Yaşamın tabi bir sonucu olarak insanoğlunun başına
türlü türlü musibetler gelir. Birey
böyle bir durumda kendisini hesaba çeker nereden geldiğini nereye gideceğini ve
niye bu durumun kendi başına geldiğini sorgular. İnsanın başına gelen
olaylardan dolayı sorgulayıcı düşüncelere kapılması dinin kendisi değil bir
neticedir, insanın kendisini bulmasının neticesi. Neden ben, neden benim başıma
geldi bu? Sorusuna cevap ararız, oraya gider buraya gider sonunda din limanına sığınırız.
Kişinin
kendisinin işlediği suçlardan pişmanlık duyması bunun sonucunda geçmişini silip
yeni ve iyi bir insan olması için bağışlanma önemli bir terapi değeri
taşımaktadır. Bağışlamanın öfke, kırgınlık, korku, mağdur olma psikolojisi
içerisinde olmak gibi birçok olumsuz duygu için bir dönüşüm sağlayabileceği
düşünülmektedir. Bu duyguların bağışlama ile giderilmesi halinde acı deneyimler
geçirmiş kişi olumsuz duygu ve düşüncelerden sıyrılabilecektir
Tövbe,
bağışlanmak isteyen bir kimse için önemli bir terapi kaynağı olabilir. Kişiyi
tövbeye
yönelten
psikolojik dinamiklere göz attığımızda pişmanlığın, kötü davranıştan vazgeçme
fikrinin öne çıktığı görülmektedir. Bunun neticesinde yeni bir yaşam tarzı
edinme, iyi biri olma fırsatı kazanıldığı açıktır. Tövbe bu yönüyle kişinin
kendinî affetmesini de içermektedir.
İnsanoğlu için travmaların en büyüğü ve sonu ölümdür.
İnsan buna Mevlana gibi yeniden diriliş ve sevgiliye kavuşmak olarak baksa en
büyük travmayı bile düğün gününe çevirebilir. Başına gelen diğer sıkıntılara da
sevgiliye bir adım daha yaklaşmak olarak bakar. Bu yolda çekilen cefanın
kutsallığına inanır ve kutsallaşmış bir yaşam tarzının her anı anlamlıdır. Her
şerde bir hayır aranır hale gelir.
Dini
olmayan insanın ölüm ile kaybettiklerine sabretmesi de güçtür. Çünkü kişi
öldüğünde bütün bağlar kopmuştur. Fakat İslamiyet’te bu farklıdır. Yakınını
kaybeden kişi mezarına gidip Kuran okur dua eder ve kendisini duyduğunu
düşünerek onunla mesajlaşır. Onunla dertleşebilmenin sevinciyle ve eninde sonunda
ona kavuşmanın ümidiyle teselli bulur, acısını bastırır. Peki dini olmayan bir
insan acısını nasıl bastıracak? Kaybettiği yakınıyla bir daha nasıl konuşup
nasıl görüşecek? İnsan bu tür durumda bu sorulara cevap bulamadığında bu
girdaptan çıkamaz.
İmanın insana verdiği en önemli değer “kesinlik
duygusu” dur. Belirsizlik duygusu ürkütücü bir şeydir. Kesinlik duygusu ölüm
korkusunu giderir, öteki âlemin mahiyeti hakkında bilgi verir. Metafizikle bağ
kurmasını sağlar. Yaratıcıya metafizikle bağ kurma da insan için en güzel
psikoterapidir. Ona derdini döküp ondan yardım dilemesi onun gücüyle kendisini
güçlü hissettirmesini sağlar.
Gelmiş geçmiş en büyük psikoterapistlerden sayılan Jung
(ö. 1961) psikoterapi ile din arasında ilginç bir ilişki kurar:
“Dinler nedir?”
Dinler ruhsal tedavi sistemleridir.
“Peki bizler, biz ruh hekimleri ne yaparız?” İnsan aklı
ya da insan ruhunda baş gösteren hastalıkları tedavi etmeye çalışırız.
Dinlerinde yaptığı bizimkinden farklı değildir. Dolayısı ile Tanrı için,
bir tedavi edicidir diyebiliriz. Bir
tedavi edici bir hekimdir Tanrı. Hastaları iyileştirir, ruhsal bozuklukları düzeltmeye çalışır. İşte
bu bizim psikoterapi diye nitelendirdiğimiz şeydir. Hatta din için psikoterapi
sistemlerinin en gelişmişidir dersek, pratikte büyük bir gerçeği dile getirmiş
oluruz.