18 Nisan 2017 Salı

Aslında En Büyük Terapi “İnancımız”

Yaşamın tabi bir sonucu olarak insanoğlunun başına türlü türlü musibetler gelir.  Birey böyle bir durumda kendisini hesaba çeker nereden geldiğini nereye gideceğini ve niye bu durumun kendi başına geldiğini sorgular. İnsanın başına gelen olaylardan dolayı sorgulayıcı düşüncelere kapılması dinin kendisi değil bir neticedir, insanın kendisini bulmasının neticesi. Neden ben, neden benim başıma geldi bu? Sorusuna cevap ararız, oraya gider buraya gider sonunda din limanına sığınırız. 
Kişinin kendisinin işlediği suçlardan pişmanlık duyması bunun sonucunda geçmişini silip yeni ve iyi bir insan olması için bağışlanma önemli bir terapi değeri taşımaktadır. Bağışlamanın öfke, kırgınlık, korku, mağdur olma psikolojisi içerisinde olmak gibi birçok olumsuz duygu için bir dönüşüm sağlayabileceği düşünülmektedir. Bu duyguların bağışlama ile giderilmesi halinde acı deneyimler geçirmiş kişi olumsuz duygu ve düşüncelerden sıyrılabilecektir
Tövbe, bağışlanmak isteyen bir kimse için önemli bir terapi kaynağı olabilir. Kişiyi tövbeye
yönelten psikolojik dinamiklere göz attığımızda pişmanlığın, kötü davranıştan vazgeçme fikrinin öne çıktığı görülmektedir. Bunun neticesinde yeni bir yaşam tarzı edinme, iyi biri olma fırsatı kazanıldığı açıktır. Tövbe bu yönüyle kişinin kendinî affetmesini de içermektedir.
                                    
İnsanoğlu için travmaların en büyüğü ve sonu ölümdür. İnsan buna Mevlana gibi yeniden diriliş ve sevgiliye kavuşmak olarak baksa en büyük travmayı bile düğün gününe çevirebilir. Başına gelen diğer sıkıntılara da sevgiliye bir adım daha yaklaşmak olarak bakar. Bu yolda çekilen cefanın kutsallığına inanır ve kutsallaşmış bir yaşam tarzının her anı anlamlıdır. Her şerde bir hayır aranır hale gelir.
 Dini olmayan insanın ölüm ile kaybettiklerine sabretmesi de güçtür. Çünkü kişi öldüğünde bütün bağlar kopmuştur. Fakat İslamiyet’te bu farklıdır. Yakınını kaybeden kişi mezarına gidip Kuran okur dua eder ve kendisini duyduğunu düşünerek onunla mesajlaşır. Onunla dertleşebilmenin sevinciyle ve eninde sonunda ona kavuşmanın ümidiyle teselli bulur, acısını bastırır. Peki dini olmayan bir insan acısını nasıl bastıracak? Kaybettiği yakınıyla bir daha nasıl konuşup nasıl görüşecek? İnsan  bu tür durumda bu sorulara cevap bulamadığında bu girdaptan çıkamaz.
İmanın insana verdiği en önemli değer “kesinlik duygusu” dur. Belirsizlik duygusu ürkütücü bir şeydir. Kesinlik duygusu ölüm korkusunu giderir, öteki âlemin mahiyeti hakkında bilgi verir. Metafizikle bağ kurmasını sağlar. Yaratıcıya metafizikle bağ kurma da insan için en güzel psikoterapidir. Ona derdini döküp ondan yardım dilemesi onun gücüyle kendisini güçlü hissettirmesini sağlar.
Gelmiş geçmiş en büyük psikoterapistlerden sayılan Jung (ö. 1961) psikoterapi ile din arasında ilginç bir ilişki kurar:
 “Dinler nedir?” Dinler ruhsal tedavi sistemleridir.
“Peki bizler, biz ruh hekimleri ne yaparız?” İnsan aklı ya da insan ruhunda baş gösteren hastalıkları tedavi etmeye çalışırız.
Dinlerinde yaptığı bizimkinden farklı değildir. Dolayısı ile Tanrı için, bir tedavi edicidir diyebiliriz.  Bir tedavi edici bir hekimdir Tanrı. Hastaları iyileştirir,  ruhsal bozuklukları düzeltmeye çalışır. İşte bu bizim psikoterapi diye nitelendirdiğimiz şeydir. Hatta din için psikoterapi sistemlerinin en gelişmişidir dersek, pratikte büyük bir gerçeği dile getirmiş oluruz.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder